Yer, Istanbul, havuz basi; 2 – 2,5 yaslarinda bir çocuk babasinin kucaginda, arkasinda annesi elinde plaj çantasi ve çocuga ait oldugu belli olan esyalar ve oyuncaklarla geldiler, çocuk havuzunun oldugu bölüme yerlestiler. Çocuga mayo giydirildi, kolluklar takildi, kremlendi. Havuza girmek için hazir ama tutturdu baba sen de gel diye. Su seviyesi 50 cm.den biraz fazla olan havuza baba ile birlikte girildi. Baba ayakta, eller belinde çocugun basinda, anne hemen havuzun yanindaki sezlongda uzak mesafe takipte! Havuzda hemen hemen ayni yaslarda 5 çocuk var. Bunlardan ikisi Hollandali kardes, biri Ingiliz, diger ikisi Türk. Digerleri oynuyor ve hemen yeni arkadaslarini da oyuna katiyorlar. Ama çocuk sürekli “anne bak, baba bak” seklinde her hareketi için onay ve aferim aliyor. Bütün oyuncaklari havuzun hemen yaninda olmasina ragmen, sürekli babadan kova, kürek, top isteniyor. Oglanin adi Kaan. Nereden mi biliyorum, çünkü bu arada her 5 sn. De bir annesi ya da babasi bagiriyor. “Kaan, ziplama… Kaan kolluguna dikkat et.. Kaan su atma arkadasina, Kaan kovalarini kenara koy…” çocuk daha suya gireli 5 dk. bile olmadan “Kaan hadi çikma vakti”, çocuk feryat figan sudan aliniyor, kurulanip, mayosu degistirilip sezlonga oturtuluyor.
Islak gözlerle çaresiz havuza bakiyor Kaan. Biraz sonra bir kutu çikiyor çantadan içinde Kaan’in yemegi var, ama Kaan yine agliyor, “karnim tok, yemiycem” diye. Ama dinleyen kim, zorla kasik kasik yutturuluyor yemek. Digerleri pür nese oyuna devam. Kaan bütün gün izin almadan çisini bile yapamiyor. Sürekli “anne”, sürekli “baba” diye hep birseyler istiyor.
Yer, Helsinki, havaalani; 2 – 2,5 yaslarinda bi çocuk. Tüm aile birlikte seyahat ediyorlar. 3 kardesi daha var kendinden büyük, biri 5, digeri 7, en büyügü ise 12 yas civarlarinda. Terminalde bir uçtan digerine ilerliyorlar. Önde anne ve baba, arkada büyük çocuklar hemen arkalarinda en küçükleri. Ama resim söyle, anne ve baba dahil abla ve agabeylerinin kendi valizleri var ya, onun da var. Tekerlekli pembe küçücük bir valiz. Üzerinde pokemon resimleri. Küçük kizin agzinda emzigi, elinde içinde meyvesuyu olan biberonu ve koltugunun altinda oyuncak tavsani ayni sekilde onlarla birlikte ilerliyor ve kontuarin önünde hemen anne ve babasinin arkasinda siraya giriyor. Ne bir sikayet, ne bir talep, ne bir yaramazlik. Sira bekliyor. Ama kontuara gelene kadar hepsi hissettirmeden bu küçük kizin temposunda yürüyor. Kontrol altinda ama kimse etrafinda onu rapti zapta almamis. Bilet islemlerinden sonra benim onlari seyrettigim kafeye gelip hemen yanimdaki masaya oturuyorlar. Baba tek tek herkese ne yemek istedigini soruyor. Anne ve 2 çocuk sandöviç istiyor, büyük olaninin karni tok, sira en küçük kiza geliyor, o da birsey yemek istemedigini söylüyor. Sorun ve sorgu yok! Annesi çantasindan küçük bir torba çikariyor ve eger sonradan acikacak olursa muz ve bisküvilerinin oldugunu hatirlatiyor gülümseyerek sadece. Hersey yolunda sikbogaz edilen, aglayan, sikayet eden kimse yok masada herkes halinden memnun.
Sonradan düsünürken aradaki farklari, zihnimdeki resimleri alip yetiskin olan bizlerin dünyasina ve özellikle is yasamina uyarladim. Yönetici ve ekiplerinden olusan bir nevi sirket içindeki aile düzenine. Yukarida yer alan 2 örnekten yola çikarak bakindim en yakinimdaki yönetici arkadaslarima, ekiplerinde yer alan çalisanlara. Yaptigim tespitler sadece Vakko’dan degil, ülkemizin köklü kuruluslarindan ve uluslararasi sirketlerden örnekler var. Aynen yukaridaki iki ebeveyn örneginde olan yöneticiler, yönetim tarzlari ve iki ayri çocuk örneginde çalisanlar. Tipa tip aynisi, ya sürekli etrafindakileri kendine bagimli kilan yöneticiler ve inisiyatif alamayan, almaya korkan çalisanlar var, ya da etrafindakilere bagimsizlik Saglarken daima yanlarinda olduklarini hissettiren yöneticiler ve kendi isini kendi halledebilecek kabiliyette, rahat inisiyatif alan çalisanlar. Sans eseri inisiyatif alamayanlarla baskici yöneticiler bir araya gelmez herhalde. Biraz kaba bir tabir olacak ama, bir söz vardir “at, sahibine göre kisner”. Pek çok seyi o kadar net açikliyor ki bu söz. Sonuçta hepimiz bir ise en alt basamaktan ve bir yöneticinin liderliginde basliyoruz. Ilk isimiz olmasinin toylugunu, is yasaminin zorlugunu gözönüne alinirsak, bazilarimiz o günlerde nasil yogruluyorsak öyle devam ediyoruz, bazilarimiz ise tecrübeyle kaliplarimizi degistiriyoruz.
Ilk is görüsmemi hatirliyorum, yöneticimle konusurken büyük laflar edip kendimi begendirmeye çalisiyordum ve “bana verdiginiz inisiyatifler dogrultusunda sizi mahcup etmem” dedim. Aldigim sarsici cevabi bugün kulagima küpe yaptim, “Inisiyatif verilmez, alinir. Ben köle aramiyorum, kendi sorumluluklarinin bilinciyle inisiyatif kullanacak bagimsiz ekip arkadasi ariyorum”. Sonuçta ise kabul edildim ama bu cevabi hiç unutmadim. Sadece yöneticinin agzidan çikacak emirlerle hareket etmektense, ise ne katabilirimin hesaplarini yaptim. Ama bunun için bana firsat tanindi. Maharet sadece inisiyatif alabilende degil yani, ona o bagimsizligi taniyanda da. Bugün en iyi yöneticilerin kendi yerlerine kendilerinden daha iyi yönetici adayi çikaranlar oldugunu herkes kabul ediyor. Bu olgunlugu göstermek, bunun için çaba sarf etmek, ekibini kontrol altinda gelistirirken baskici olmamak, onlari sahip oldugu güce bagimli kilmamak ama gerektiginde de “bak bisküvi torban ve muzun burada, acikinca ben sana veririm”güvenini saglamakta.
Bugün bu yaziyi okuyanlar hangi kategoride çalisiyor acaba, yönetici mi, yoksa bir ekip üyesi mi bilmiyorum ama, her iki tarafa da düsen sorumluluk esit. Yönetici olarak korkmadan, güvenle ekibinizdeki yildizlari daha yükseye tasiyacak bagimsizligi ve güveni verin.
Çalisanlar olarak da, kader kurbani olmaktansa, kadere yön vermeye çalisin. Bunun için geç diye bir an yok, sadece sonuçlar var. Ya yapariz ya da…
Meltem KAZAZ (Vakko Egitim Direktörü)
Son yorumlar